Eser ara

Nedir Neden?

Bugün 24 Mart 2010 Salı. Şuan saat 19.05. Aylardır uykum çok düzensizdi. Geceleri geziyor, gündüzleri uyuyordum. Gezmek derken çıkıp dışarı sokaklarda cirit atmıyordum aslında. Evin içindeydim sürekli. Kah bilgisayarın başında, kah televizyonun başında avare avare oturuyor ya da kitap okuyordum. Okulumun ikinci dönemi başlayalı iki ayı geçti fakat bahsettiğim sebepten ötürü katıldığın ders sayısı bir elin parmaklarını geçmez. Vizeler yaklaşıyor böyle gidersem sınavlara dahi giremem diye düşünerekten iki haftadır uykumu bir düzene sokmak için çabalıyordum. Bu konuda ilginç bir taktik de geliştirmiştim(belki de ilginç falan değildir. Aynı dertten muzdarip olan herkes bu taktiği uyguluyordur belki. Bilmiyorum.).

Normal şartlarda sabahın altı buçuğunda uyku bastırmaya başlardı ve saat yediyi vurdummuydu gözlerim kendiliğinden kapanır, en son nerede oturuyorsam orada uyuya kalır, saat akşam beş olduğunda ise kendiliğimden uyanırdım fakat iki hafta önce buna bir son verdim. Alkolu kestim, uyku bastırmaya başladığında çay, kahve gibi uyku açıcı şeylerle uyuma vaktimi geciktirmye çalıştım. İlk gün saat sabah dokuzda uyuyup akşam yedide, ikinci gün sabah onda uyuyup akşam sekizde, üçüncü gün sabah altıda uyuyup akşam dörtte,[...], on beşinci gün akşam yedide uyuyup sabah beşte uyandıktan sonra dün gece akşam ona kadar uyumamayı başardım ve sabah saat tam yedide uyandım. Yani hem çoğu insanın normal karşılayacağı bir saatte kalkmıştım hem de uyku süremi on saatten dokuz saate düşürmüştüm. Aylar sonra ilk defa sabah derslerime girebilecek bir saatte uyanmak da cabası. Fakat uyuma süremin bir saat kısalmasından olsa gerek kendimi yorgun hissettiğim için okula gitmek istemedim(Belki de uyku süresi bahanedir. Alışmamış götte don durmamasından ibaret bir durumdur bu.). Televizyonun karşısında yaptığım basit bir kahvaltıdan sonra bilgisayarımın başına geçtim, bir kaç saat sonra ondan da sıkılınca kitabımı aldım elime(Oğuz Atay- Tehlikeli Oyunlar). Ne kadar süre geçmişti bilmiyorum, anlamını bilmediğim bir kelime geçmişti sanırım kitapta ben de tekrar bilgisayara geçip kelimenin anlamına baktım. Fakat kelimenin anlamına baktıktan sonra kitaba geri dönmeye üşendim.

Bilgisayarda yapacak bir işim de yoktu. Arama kutusuna gayriihtiyari "Hüsamettin Tambay"(Bahsi geçen romandaki karakterlerden biri.) yazıp arattım. Sonra "Hikmet Benol"(Aynı şekilde.) yazıp arattım. Oğuz Atay yazıp arattım. Kendi halimde, önüme gelen sonuçların arasında gezinip dururken bir siteye rastladım. Epigraf... Romanlardan alıntılar, şiirler, öyküler yani bilimum edebi eserle dolu bir site. "Ulan ben niye düşünemedim ki bunu?" diyerek bir önceki eser- bir sonraki eser derken akşamı ettim. Ve sonra farkettim ki epigraf'a son eser 2007 yılının ağustosunda eklenmiş. Yani neredeyse iki buçuk yıldır hareket yok. O zaman, dedim kendi kendime, buna benzer bir şey ben de yapayım. Hem "Ulan şöyle bir şey vardı ama hangi kitapltaydı?" diye düşünmekten de kurtulurum. Ve bu blog'u açtım.

Başlıktaki sorulara dönecek olursak:

Nedir?

Bu bir epigraf klonudur.

Neden?

Çünkü bundan böyle "Neydi o allasen? Nasıldı ya? Off!" diye düşünmek istemiyorum. Çünkü hoşuma giden her şeyin bir kopyasını çıkarmak istiyorum. Ve çünkü bu şahane bir fikirmiş.

Neden blog açtın ki? Bir defter alıp yazamıyor musun?

Aslında yazabilirdim ama sadece benim işime yarayacak bir defter yerine herkesin işine yarayabilecek bir blog daha mantıklı geldi. Çünkü burada yayınlayacağım eserler arkadaşlarıma "Şöyle bir şey okudum/izledim/dinledim şahane abi ya! Al sen de oku!" diyeceğim şeyler olacak. E tek tek herkse söylemektense böylesi daha iyi gibi...